26 Kasım 2011 Cumartesi

"Love Story in Harvard" (2004)




Adından da anlaşılacağı üzere Amerika'da geçen bir aşk hikâyesidir bu. Tabii sonrasında Güney Kore'ye taşınıyor. Harvard'da çok çeşitli ülkelerden öğrencilerin bulunduğu bir ortamda iki tane hali vakti yerinde hukuk öğrencisi çok fakir bir tıp öğrencisine aşık olurlar. Hem okulda zirveye oynamak hemde o kızı elde etmek için ellerinden geleni yapacaklardır.



Hyun-woo ve So in'in ilk karşılaşması

Hyun-woo (Kim Rae-won) her zaman doğrunun yanında olmaya çalışıyordur fakat çok toy bir kişiliğe sahiptir. Amacına ulaşmak için sonuna kadar mücadele etmeyi sever. Jung Min (Lee Jeong-jin) ise hangi yoldan olursa olsun kendisinin kazanmasını sağlayacak en kötü yolları bile kullanmayı yeğler. O da sonuna kadar mücadele etmeyi sever. Bu iki hukuk öğrencisi çok zekidir. Öyle ki hukuk fakültesini ilk sıralarda bitirirler.

Aşık oldukları kız ise Amerika'da babası ile yaşamaktadır. Zor şartlar altında eğitimini sürdürüyordur. Bunun için her türlü ek işi de yapıyordur. Çok iyi kalpli olması yüzünden başı belaya girecektir. Bir barda içki içerken düşüp bayılan bir kişiyi kurtarmak için kesici bir aletle boğazına hava yolu açar. Ancak kullandığı alkol hastayı komaya sokmuştur. Bu yüzden okuldan atılmak üzeredir. Komite toplanır ve bir karar vermeye çalışır. So In'i sorguya çekerler. Bu esnada iki hukuk öğrencisi onu kurtarmak için planlar yapıyordur. Sonunda komiteye bu konudaki kanunu hatırlatıp onu kurtaran kişi Hyun-woo olacaktır. Durum 1-0 yani :)


Zaten öncesinde aşk için vakti olmadığını söylediği halde So in'de gönlünü Hyun-woo'ya kaptırmıştır. Bol bol öpüşmelerini göreceğiz dizinin bu bölümlerinde. Aşağıda sizin için üç tane video hazırladım.










So In gönüllü olarak yardıma muhtaç kişilere doktorluk yapacaktır. Bu nedenle Amerika'dan ayrılıp Bolivya'ya gider. Arkasında Hyun-woo'yu bırakarak. Aradan yıllar geçer ve Kore'ye döner. Üniversite aşkını bıraktığı gibi bulacak mıdır acaba?

Burada kesiyorum çünkü çok dallanıp budaklanıyor konu. Genelde bir romantizm olmasına rağmen üzücü durumlarla çokça karşılaşacaksınız. Güzel bir diziydi. Farklı türde bir kore yapımı izlemek güzel oldu. Farklılığı Amerika yılları. Özellikle devamlı ingilizce konuşmalarla geçiyor hemen hemen. Kim Tae Hee şakır şakır ingilizce konuşurken Kim Rae Won kırık ingilizcesiyle sizi gülme krizine sokabilir :)  Dizi neredeyse tek bir şarkı üzerinden gidiyor. Im so in love with you diye bir şarkı. Bu arada Kim Rae Won'u kınıyorum.   Tamam iyi öpüyorsun Kim Tae Hee'yi şapur şupur da. Kadını tokat manyağı yaptın be adam. Başkası olsa çeker giderdi vallahi :) O güzelliğe bu yapılır mı? Neyse efendim dram yönü kuvvetli bir romantik dizi. Ben 8 puan verdim. 7,5 filan da verilebilir. Çevirisi için sadness'a teşekkürler :)

Diziyle ilgili bir sürü güzel resim var. Onları da paylaşayım.


















20 Kasım 2011 Pazar

The Front Line (2011)

Ön Cephe


Film tahmin edeceğiniz üzere Kore savaşını konu alıyor. 1950 ve 1953 yılları arasında bir takım askerlerin başlarından geçenler aktarılmış. Enes Kaya'nın kankası Soo Goo bu filmde başrollerden biri. Ha-kyun Shin ise diğer başrol oyuncusu. Savaşı sorgulayan güzel bir film ama o kadar etkili bulmadım. Bu yüzden sadece 6 puan verdim.

Konusu: Kim su-hyuk ile Kang Eun-pyo üniversiteyi birlikte okumuş çok yakın iki arkadaştır. Savaş sırasında esir alınırlar ve Kim su-hyuk (Soo Go) hariç diğer herkesi serbest bırakırlar. Aralarında en çok korkanda odur. Kang Eun-pyo arkadaşının öldürüldüğünü düşünür fakat şu anda görev yaptığı yerdeki komutanı onun yaşadığını söyler. Kang Eun-pyo disiplinsizlik yüzünden ceza olarak güney cephesine yollanır. Oradaki komutanın görev süresi doluyordur ve yeni komutan Kang Eun-pyo olacaktır. Bir önceki komutanları kendi birimlerinden biri tarafından vurulmuştur ve suçlu bulunamamıştır. Şimdiki görevi ise Kuzey Kore askerlerine kendi birimleri tarafından yardım edenleri bulmak olacaktır.

Dikkat buradan sonrası spoiler içerir!

Oraya gittiğinde çok farklı bir ortam görecektir. K tepesi denilen yer çok stratejik bir yerdedir ve orayı ele geçiren önemli bir avantaj elde ediyordur. Yıllarca süren savaşta bir kuzey bir güney devamlı o tepeyi alıyordur. Kuzey askerleri ile güney askerleri kendi aralarında devamlı el değiştiren tepelerdeki mağaralarda birbirlerinin işine yarayan şeyler bırakmaya başlamışlardır. Kuzey askerleri erzak ile birlikte ailelerine ulaştırılması için mektup bırakıyorlardır. Güney askerleri ise o mektupları ailelerine ulaştırtıyordur. Derine indikçe savaşın görünmeyen yüzü gün yüzüne çıkıyor. İlk başta onları hain olarak gören Eun-pyo artık onlar gibi olmuştur. Yine bir akşam gezinirken yolda bir kız görür ve buralarda dolaşmamasını, tehlikeli olduğunu evine gitmesini söyler ve ona bir çikolata verir. Nerden bilecekti ki bu kız kuzey koreli bir keskin nişancı. Bir gün yine aynı mağarada mektupları açtıklarında o kızın ailesine gönderilmek üzere olan bir fotoğrafını görür. Sesini çıkartamaz. Kız çok güzeldir ve arkadaşı Su-hyuk resimi kendi cebine koyar. Savaş bitince bu kızla evleneceğim der. Yine bir görev sırasında bir çok askerlerini kaybederler ve en son çatışmada Su-hyuk'da keskin nişancı tarafından vurulur ve ölür. Mağaraya çekilen birlikler yine kendilerine nelerin ulaştığına bakarlar. Bu sefer mektup direkt olarak kıza yazılmıştır. Hey Cha Tae-kyung. Bu fotoğraf artık benim ve artık kız kardeşin için endişelenme. Ona iyi bakacağım. Artık savaşmayalım, pislik! "İmza: Kim su-hyuk" şeklindedir. Kim su-hyuk resimin erkek bir askere ait olduğunu düşünüyordur ve o yüzden kız kardeşine iyi bakacağım yazmıştır. Cha Tae-kyung ise onun öldürdüğü kişi olduğunu bilmiyordur henüz. Bu olayın hemen ardından savaşın sona erdiği ve barış imzalandığı söylenir. Artık hepsi evlerine dönüş hazırlığı yapıyordur. Bu esnada iki birliğin yolu kesişir. İlk başta birbirlerine silahları doğrultsalar bile hamle yapmazlar ve birbirlerine elveda diye bağırırlar. Bu esnada Eun-pyo kıza ölen arkadaşının cebinden çıkan resimi verir. Ortasında bir delik arkasında kan lekesi ve Kim su-hyuk ismi. O anda onu öldürdüğünü anlar ve aşağıdaki o an.


Böyle bitecek derken son bir emir daha geliyor ve yine bir süre sonra çatışma çıkıyor. İki birlik karşılaşıyor fakat birbirlerini vurmuyor ve birlikte ailelerine özlemlerini anlatan şarkıyı birlikte söylüyor, ağlıyorlar. Bu arada Amerikan birlikleri hava bombardımanı yapıyor ve mecburi olarak savaşıyorlar. Savaşın sonunda neden savaştıklarını sorguladıkları güzel bir konuşma vardı. "Bu çok uzun bir mesele o kadar uzun ki ne olduğunu bile unuttum."

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bu aralar ne izledim

İzleyip de yazmaya gerek duymadığım filmleri yazacağım bu yazıda. Çok geniş bir yazı olmayacak sadece bir kaç aydır izlediğim filmleri yazacağım.

Hizmetçi olarak çalıştığı ev sahibinin tacizine uğrayıp daha sonra onunla ilişkiye giren Eun-yi-Li'nin yaşamını ve başından geçen trajik hikâyeyi anlatıyor. Tasvip etmediğim şeyler olduğu için filmi hiç beğenmedim ve benden 4 puan aldı. Biraz erotizm görmek isteyenler izleyebilir tabii.





_______________________________________________________________________

Başarılı bir dedektif ve pazarlama şirketinde borçları olanları telefonla arayarak ödemelerini hatırlatan bir kadının hikâyesidir bu. Dedektife artık kadının aramalarından gına gelmiştir. Tesadüfen bir gün çantası çalınan kadın o karakola gelir. İkili ilk görüşte birbirlerinden etkilenecek ve ne kadar iyi insanlar olduğunu söyleyecektir. İltifatlar vs. Ama telefonda devamlı kavga ettikleri kişiler olduklarını anlamayacaklardır. Komedi ve romantizmin bir arada olduğu film benden sadece 5 puan alabildi.




         
_____________________________________________________

 Bildiğimiz Alis Harikalar Diyarında'nın yeni bir versiyonu. Hikâyeyi bilmeyen yoktur zaten. O yüzden konuya değinmeden görsel efektlere geçeceğim. Çoğu yerde başarılı olsa da bazı yerlerde çok sırıtmış. O yüzden puanı da düşük verdim. 5 puan. Filmin sonundaki Avril Lavigne şarkısı güzeldi. Dinlemek için tıkla





 ________________________________________________________

İlk filmi izleyenler konuyu bilir. Bu üçlü kafayı bulunca inanılmaz şeyler yapıyor :) Başlarına iş açan Alan ile aralarına mesafe koymuş olan Stu evlenmek üzeredir. Aşık olduğu kız Taylandlıdır ve düğün orada olacaktır. Phil arkadaşları Alan'ı da davet ettirmek için ısrar eder ve sonunda Stu dayanamaz onu da götürür. Yine aynı senaryo tekrarlanır. Sondaki o meşhur fotoğraflar yine var. Daha da bel altı hemde. Faklı bir konusu olmadığı için 5 verdim.


3 Kasım 2011 Perşembe

The Butterfly Effect 3: Revelations (2009)

Kelebek Etkisi 3


Benim IMDb sitesinde izlediğim filmleri kayıt altına almaya başlamam bu serinin ilk filmi ile olmuştu. Ashton Kucher ve Amy Smart'ın oynadığı ilk film hala favori filmlerimdendir. Ondan sonra çıkan filmi hiç yakıştıramadım. Çünkü berbattı. Bu film ise konuyu adam akıllı bir yola sokmayı başarmış. Konuya geleyim.

Sam geçmişe giderek çözülememiş bir sürü davayı gözlemleyerek dedektiflere yardımcı oluyordur. Dedektifler onu medyum diye çağırıyordur. İmkânsız dedikleri şeyleri bile çok rahatlıkla çözüyordur çünkü. Her şey yolunda giderken eski kız arkadaşının kardeşi ablasının katilini bulması için Sam'e gelir. Diğer olaylarda soğukkanlı kalmayı başaran Sam bunu kabul ederse soğukkanlı kalacak mıdır? Her şey bu kadar kolay olacak mıdır? Olayları engellemek istediğinde hep başka insanlarda ölüyordur çünkü. Nitekim bu teklifi kabul edip kız arkadaşının katilini öğrenmek için gittiğinde kız kardeşi ile karşılaşır ve onu olay yerinden uzaklaştırır. Fakat bu sefer o da öldürülür. Sam olayın peşini bırakmaz. Başı belaya girecektir ve yaptığı müdahalelerin ne gibi sonuçlar doğurduğunu görecektir.

Sam küçük yaşta iken evlerinin yandığı bir olayda kız kardeşini o kazadan kurtarır. Aslında o kazada kız kardeşi ölmüştür ama Sam geçmişe giderek onu kurtarmıştır. Bu sefer anne ve babası o olayda ölmüştür. Kendisini bu olaydan kurtardığını öğrenen kız kardeşi Jenna ona tüm kalbiyle bağlanacaktır. Sam olayları çözmek için gittiği son yerde şüpheli olarak yakalanır ve nezarethaneye atılır. Devamlı bilgi aktardığı dedektiflerden yalnızca 1.5 saatlik bir izin ister. İzin alabilmek için ise dedektifi kendine inandırması lazımdır. Dedektife karısıyla ilk tanıştığı ana gittiğini ve ilk konuşmasında karısının ona ne söylediğini aktarır. Doğru söylediğini gören dedektif Dan ona izin verir. Sam olay yerine gittiğinde beklemediği bir sürprizle karşılaşacaktır.

İlk film kadar olmasa bile fena bir film değildi. 6.5 puanlık bir film benim için.

1 Kasım 2011 Salı

About Schmidt (2002)

Schmidt Hakkında


Emekli olmuş bir adam olan Warren Schmidt (Jack Nicholson) hayatının bundan sonraki senelerinde devamlı dır dır edip onu sinir eden bir eşle yaşamak zorundadır. Karısının her hareketi ona batıyordur artık. Hayatta tek sevdiği şey kızı Jeannie'dir. Onunla fazla ilgilenemediği için kızı ona kızgındır ve bir evlilik yapmak üzeredir. Schmidt adamı hiç beğenmemiştir ve küçük kızının o adamdan daha iyisine layık olduğunu düşünüyordur. Schmidt bir gün TV'de bir sosyal yardım projesinin reklamını görür. Ayda sadece 22 $'a bir yetime destek olacaktır. Başvuru yapar ve formu gelir. Tanzanya'da 6 yaşındaki bir çocuk olan Ndugu'nun manevi babalığını yapacaktır artık. Aylık ödemelerinin yanına mutlaka bir mektup yazması gerekmektedir. Kurallar böyledir. Bu babalık gerçek hayatta kimse ile paylaşamadığı şeyleri Ndugu ile paylaşmasını sağlayacaktır. Adeta içini o çocuğa dökecektir. Karısından ve kızının kocasından nefret ettiğini bu mektupta satırlara dökecektir. Schmidt bu satırları yazıp postaneye gider eve dönüşte karısının öldüğünü görür. Temizlik yaparken aniden yere yığılmış bir şekilde bulur onu. Herkes onun çok üzüldüğünü düşünüyordur. Taziye sözleri söylüyorlardır ama o adeta kurtulduğuna seviniyordur.

Aradan fazla zaman geçmeden tek başına yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlayacaktır. O düşüncelerinden dolayı pişman olacaktır ve karavanıyla bir yolculuğa çıkacaktır. Yaşamında önemli yerlere sahip olan yerlere gidecek ve düşündüklerini Ndugu'ya yazacaktır. Bu yazılar Ndugu'ya bir hayat dersi olacaktır. Aslında Ndugu bu filmde biz oluyoruz. Ona mesajlar verirken seyirciye gönderme yapıyor. Yaşlı bir insanın emekli olduktan sonra hayatındaki değişimleri izliyoruz. Schmidt yalnız bir şekilde ölümü bekliyordur adeta. Kızı ile ne kadar bağ kurmaya çalışsa da bunu tam olarak başaramaz. Hayatta tek dert ortağı Ndugu olmuştur. Filmin sonu güzel bitirilmiş. Oldukça duygusal bir sondu.

Jack Nicholson mükemmel bir oyunculuk çıkarmış. Adam 66 yaşında inanılmaz bir performans sergilemiş. Çok sevdiğim oyunculardandır zaten kendisi. Allah uzun ömür versin daha fazla filmde görmek isteriz kendisini.

Aşk Tesadüfleri Sever (2011)

Love Just a Coincidence



1977 yılında Ankara'da doğan iki çocuğun yaşamı 25 sene sonra İstanbul'da tekrar kesişir. Deniz'in çocukluk aşkı Özgür'le sıradışı hikayesini anlatan film tam bizim Türklerin seveceği türden aslında. Eski Türk filmlerindeki bu kadar da rastlantı olmaz türden. Uzun zamandır böyle bir film izlememiştim. Türk filmlerini genelde beğenmesem de son zamanlarda iyi yapımlar çıkıyor. Bu da onlardan birisi. Alaya aldığımız bu eski türk filmlerini aslında seviyormuşuz biz yahu. Belki de sinemamızda eksik olan romantik, dram türü filmlerin az olmasından dolayı bu filmi sevdik. Dikkatimi çeken bir şey filmde İstanbul ve Ankara'nın az da olsa güzelliklerini de yansıtmışlar. Oyuncuların çoğunun tanıdık olmaması hikâyeye daha bir konsantre olmanızı sağlıyor. Hikâye'ye derinden dalmak istemiyorum çünkü şimdiye kadar izleyen izlemiştir diye düşünüyorum.

Yine de biraz ucundan dokunduracağım. Bir fotoğrafçının oğlu olan Özgür ve onların mahallesine dedesini ziyaret için gelen Deniz'in başlarından geçenler bölüm bölüm filme yayılarak gösterilmiş. Deniz şimdiki sevgilisi Burak ile monoton bir hayat yaşıyordur. Ona değer vermeyen yaptığı şeyi küçümseyen bir insanla evlilik hazırlıkları yapıyordur. Özgür ise kalp rahatsızlığı yüzünden müzisyenliği bırakıp babası gibi fotoğrafçı olmuştur. Babasından farklı olarak stüdyoya bağlı kalmamıştır. Özgür'ün sahip olduğu fotoğraflardan oluşturduğu sergideki bir fotoğraf Deniz'in dikkatini çeker. O resimdeki küçük kız kendi resmidir çünkü. Hikâyemizin temel taşı da o fotoğraf oluyor zaten.

Ortak geçmişleri olan bu iki insan yıllar sonra bu fotoğraf sayesinde tekrar bir araya gelir. Kısa zamanda birbirlerinden etkileneceklerdir. Başta da söyledim hikâye o kadar rastlantılarla dolu ki film tam adına yaraşır şekilde bunu iyi kullanmış. Biraz abartı gibi olsa da. İyi bir senaryoya da sahip aynı zamanda Aşk Tesadüfleri Sever. Müziklerini de çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Hele o sonundaki Şebnem Ferah'ın şarkısı...

Benim filmde dikkatimi çeken bir şey daha var. Mehmet Günsür'ün saçları. Evet bu adama çok kısa saç hariç bütün saç modelleri çok yakışıyor. Filmi izlemeden önce twitter'da bu film ilk çıktığından beri Mehmet Günsür de Mehmet Günsür laflarını kızlardan duyuyordum. Hak vermek lazım onlara da :)


Filmde tek sırıtan şey eski zaman yeni zaman kavramındaki bazı tuhaflıklar. O tarihlerde olmayan bazı şeyler varmış gibi gösterilmiş. Belki de ben çok dikkatli izlediğim için dikkatimi çekti çoğu kişinin dikkatini çekmemiştir bile. Oyunculuklara gelince bir kaç tanesi iyi iş çıkarmış. Belçim Bilgin sanki biraz sırıtmış gibi geldi bana. Rolünü iyi yansıtamamış gibi. Keza Ezel dizisinde döktüren Yiğit Özşener'de sönük kalmış bu filmde. Altan Erkekli gibi usta oyuncular ise her zaman ki gibi hakkını vermiş. Bu adamın sesi tuhaf yalnız biraz. Ciddi rollere gitmiyor nedense :) Alışmışız komedi filmlerinde görmeye belkide o yüzden bize öyle geliyor. Neyse efendim fazla uzatmadan bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Hala izlemeyen varsa tabii.

Newer Posts Older Posts